Bled Gölü ve Ljubljana…
Her zaman arkadaşlarıma hayranlıkla anlattığı ve mutlaka görün dediğim Bled gölü. Çok merak ettiğim Bled Gölü Stutgart’a gitmeden önce “son boş günümüzde acaba gidebilir miyiz?” diye hayalini kurduğum bir yerdi.
Tatil fikrini cazip haline getiren şey, şehir ortamına hiçbir yönüyle benzemeyen bölgelere yapılan yolculuklardır. Tatil günlerinde, yediğiniz yemeğin, gördüğünüz manzaranın, hatta konuştuğunuz dilin bile farklı olması insana sorunlarından uzaklaşmak için bulunmaz bir fırsat sağlar. Doğal güzelliklerinin reklamını fazla yapmayan ülkenin, hala bakir bir doğal güzelliği sahip olmasının sırrı da burada saklı. Yani, Slovenya gezgin kalpleri kazanmakta oldukça usta. İki milyon nüfusa sahip olan ülke, ömrünün sonuna kadar huzurlu ve sakin bir kafayla yaşamak isteyenler için biçilmiş kaftan. Avrupa Birliği’ne üye olan bu ülkeye taşınmak tatlı bir hayalden ibaret olsa da ülkemizden yaklaşık iki saatlik bir uçak yolculuğuyla başkent Ljubljana’ya gidebilmek büyük bir avantaj. Ülke genel olarak tertemiz, havası mis, yolları ise oldukça düzenli.
Bled Gölü’nün güzelliği ise dillere destan. Gölün ortasındaki adada St. Martin Kilisesi’nin çan sesleri, etrafı saran dev dağlar ve tam karşısındaki tepeden aşağı bakan Bled Şatosu sizi gerçeklikten koparacak. Slovenya, stresten kaçıp nefes almak isteyen herkesi memnun edecek muhteşem bir ülke.
Ljubljana’dan yol boyu manzara muhteşem. Ormanlar ve Julyen Alpleri arasında bir seyahat. Bir anda tüm doğa, mimari yapılar, manzara her şey değişiverdi. Bu kadar mı güzel olur.
Başkent Ljubljana’ya 55 km mesafede olan bu göl gerçekten bir doğa harikası. Yüzde 70’i milli park ve yeşil alanlardan oluşan Slovenya’nın en önemli turistik bölgesi; Triglav Milli Parkı, Julian Alpleri’nin birbirinden güzel zirvelerini, kayak merkezlerini, seyri doyumsuz yeşil düzlükleri ve iki muhteşem göl, Bled ve Bohinj Gölleri, eşsiz doğal güzellikleri ve alternatif tatil imkanlarıyla yolcularını bekliyor. Bir daha ki seferde Bohinj gölüne gideceğim kesin…
Akşam saatlerinde vardığımız Bled’de önce kalacağımız pansiyonu buluyoruz ve ardından da göl kenarında yürüyüşe geçiyoruz…
Sessizliğin içinde insan kendini bulabiliyor. Hafta içi gittiğimiz için şanslıyız diye düşünüyorum. Çünkü bu güzellikler boş bırakılmaz…
Hayatımı bu evde ve bu manzarada sonsuza kadar sürdürebilirim. Burası benim cennet tanımıma tam olarak uyuyor…
Bled Gölü, çevresi 8 km ve etrafını 40 dakikada dolaşabileceğiniz küçük bir göl. Bu güzergâhta gezi parkları, yürüyüş ve bisiklet yolları bulunuyor. Gölün bir kısmında kamp alanı var ve göle girilebiliyor. Aynı zamanda burada konaklamak için Bled Kasabası, yeterli sayıda otele ve pansiyona sahip. Gölün etrafında yer yer restoran ve kafeler bulunmakta. Göldeki kuğu ve ördekler göle ayrı bir güzellik katıyor. Ayrıca göl, Sloven kano takımları için bu göller çok uygun bir antrenman alanı. Su sporları karşılaşmalarının çoğu bu bölgede yapılıyor. Nisan-Eylül ayları arasında gidenler sabahları Bled’de sıcak hava balonuna binebilir.
Burada kalacak güzel oteller, pansiyonlar, 2-3 tane de hostel var. Ama genelde gezginler günübirlik olarak Ljubljana’ya geliyorlarmış. 10-40 € civarında, hepsi de tertemiz otel ya da pansiyonlarda konaklamanız mümkün. Mesela bizim kaldığımız pansiyon 10 Euro idi… Gölün hemen kıyısında bir casino var.
Slovenya’nın sahip olduğu tek ada; Bled Gölün ortasında bir de ada var. Bu adada St. Mary Assumption Kilisesi var. Adanın önemli bir özelliği de arkeologların tarih öncesi zamana ait insan kalıntılarına rastlamaları. Kilise’den önce ada üzerinde Slav mitolojisindeki bereket ve aşk tanrıçası Ziva adına inşa edilmiş bir tapınak bulunuyormuş. Adaya sandalla geçiş için 5€ verdik.
Bled Adası’ndaki kilisenin 99 basamağı bulunuyor. Sloven adetlerine göre damat gelini kucağına alarak basamakların sonuna kadar çıkarıyor. Ayrıca ada dilekte bulunmak isteyenlerin çokça rağbet ettiği bir mekan.
Gölün diğer bir tarafında, gölden 130 metre yüksekte kalan tepede Bled Kalesi. Kaleye uzaktan bakıyoruz ve çıkmak için yürümeye başlıyoruz. Çünkü gerçekten bugüne kadar gördüğüm en güzel yerlerden birisi. Burayı, doğayı seven herkese ve depresyon geçirenlere özellikle öneririm. Romantik ve tedavi edici.
Triglav milli Parkında bulunduğunuz sürece iyi vakit geçirmenin en iyi yolu araba kiralamak. Tüm Avrupa’da olduğu gibi Slovenya’da da araba kiralamak çok ucuz. Günlüğü 35 Euro’ya araç kiralamak mümkün. Araba kiralamanın bir diğer avantajı da, Slovenya’ya yakın AB ülkeleri Avusturya ve İtalya’ya birkaç dakika içinde girebilmek. Sınır gibi bir sorununuz olmadığı için Bled Gölü’nden 20 dakikada İtalya’ya, 15 dakika’da da Avusturya’ya geçiş yapabiliyorsunuz.
Ljubljana’ya İstanbul’dan direk uçun, havalimanından araba kiralayın ve muhteşem doğa manzarası eşliğinde en fazla yarım saat içinde Bled’desiniz. Eğer araba kiralamadıysanız; Havaalanından yarım saatte bir kalkan otobüsler sizi Ljubljana merkezindeki otobüs garına 20 dakikada götürüyor. Oradan saat başı kalkan otobüsler yaklaşık bir saatte sizi Bled Kasabasına ulaştırıyor.
Gölün etrafında biraz yürüdükten sonra Villa Prešeren adındaki cafeye oturmaya karar verdik ve göl manzarasına karşı içeceklerimizi içtik. Bu kısa gezide Bled’den tadı damağımızda ayrıldık. Herkesin burayı mutlaka görmesini tavsiye ederim ve umarım tekrar daha uzun gelebilirim…
Bled Kasabası’nda ve Slovenya’nın genelinde kahvaltı kültürü yok. Restoranlar ve barlar sabah kahvaltısı vermiyor. Kahvaltıyı çay ve fırından aldığınız kruvasan’la geçiştirmeniz gerek. Bu arada benim gibi çay tiryakilerine söylemek gerek, ülkede siyah çay çok az var, demleme çay hiç yok.
Buraya kadar gelmişken Bled’e özgü Kremna Rezina tatlısını da tatmadan geçmemek lazım. Kremalı Bled keki her köşede resmi ile karşınıza çıkıp ağzınızı sulandıracak. İçi kremalı dışı milföyden yapılan bu keki en iyi gölün kenarındaki Villa Prešeren‘de yiyebilirsiniz.
Önceki gün trenle geldiğimiz Ljubljana’ya kısa bir sürüşün ardından yine geliyoruz. Burada gözünüze çarpan ilk şey soğuk ve bakımsız binalar.
Sanki Türkiye’deyim. Fakat Pazar günü olduğundan mı bilinmez sokaklar bomboş ve ıssız. Sanki burada kimse yaşamıyor.
Ljubljana ortasından akan ve kendi adını taşıyan nehirle ortadan ikiye ayrılmış. Nehrin her iki yakasında da cafeler ve lokantalar var. Yağmurdan mı yoksa hep böyle mi bilemiyorum ama su bulanık ve kirli görünüyor. Zaten hava da kapalı, yağmur yağdı yağacak diye bakıyoruz.
Şehrin en belirgin ve ilginç yapılarından olan köprüler, ünlü mimar Joze Plecnik tarafından tasarlanmış. Aslında bir köprü gibi durmasına karşın üç köprü birbirine bağlanmış durumda. Turizm bürosu da burada. Ljubljana’nın ana köprülerinden Ejderha Köprüsü’nün etrafında zamanla şehrin sembolü haline gelen dört ejderha heykeli bulunuyor. Köprü Ljubljana açık hava pazarının sonunda yer alıyor.
Ljubljana 4-5 saatte gezilebilecek kadar ufak. Görülmesi gereken her yere motorla ya da bisikletle kolayca ulaşarak trafikte kaybedeceğiniz zamanı kazanabilirsiniz. Turistler için hazırlanan Ljubljana Card’ı alarak müze ve galerilere ücret ödemeden girebilir, şehir içi otobüsleri kullanabilirsiniz. Bu kartlar bir, iki ve üç günlük olarak düşünülmüş tıpkı Budapest Card gibi. Tek günlük fiyatı 23 €. İki günlük 30, üç günlük ise 35 €. Ljubljana Card’ı seyahatinizden önce online olarak da edinebilirsiniz. Hatta online almanız halinde %10 indirimli alıyorsunuz.
Kaleye çıktığınızda güzel bir cafe ve galeri ile karşılaşıyorsunuz…
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin parçalanmasıyla 1991 yılında bağımsızlığını ilân eden ilk devlet Slovenya. Biz hala girsek mi girmesek mi diye havanda su dövelim adamlar 1 Mayıs 2004’te Avrupa Birliği’ne katılmış. Tabii Avrupa birliği ile birlikte Almanya, Hırvatistan, İtalya, Avusturya ve Fransa ülkenin dış ticaret kaynağı oluvermiş.
Birçok yerde ismi ve tablosu karşınıza çıkacak olan France Prešeren ülkenin en ünlü şairidir.